Bana ''Hayvansever'' Diyen Kişi 'Hayvansevmez' Olmalıdır...


Bana ‘'Hayvansever'’ Diyen Kişi 'Hayvansevmez' Olmalıdır...

İddiam şudur ki, hayvanseverlik değil, 'hayvansevmezlik' sonradan edinilir. Nitekim bir çocuğa hayvan sevmeyi öğretmemize gerek yoktur; çünkü o zaten, davranışlarından gözlemleyeceğimiz üzre bu doğal dürtüyle doğar ama hayvan sevmemeyi gayet tabii öğretebiliriz ve de bu çok yaygın bir öğretim…

Dikkat edelim; hayvanları sevmeyen, onlara yaklaşmak istemeyen, merak ve ilgi duymayan tek bir çocuk örnekliği hatırlamamız zordur. Her insanın çocukluğunda bu fıtri eğilim bulunur. Hayatta kalma konusunda her tür hayvandan daha acizken bile çocuk, hayvanlara karşı merhamet, koruyuculuk ve yardım etme dürtüleri içinde olur ve onları gördüğünde -ebeveyn teşviki olmaksızın- kendi kendiliğinden sevmeye uyarılır. Bu bağlamda, eğer doğumla getirilen realiteleri bir ölçüt olarak alırsak çok rahatlıkla diyebiliriz ki, insan doğası için hayvanları sevmek değil, aslında sevmemek nadirattandır. Lakin ilginçtir ki, bu aynı çocukların çoğu, büyüdükten sonra bu ilgiyi ve sevgiyi yitirmiş birer yetişkin olurlar. Zaten de bu sebeple yetişkinler dünyasında "hayvansever" deyişi, çoğunluğa nispetle azınlıkta kalmış bir zümreyi niteleyici bir ifade olagelmiştir. Yani "hayvansever"lik herkesi kapsamayan, yalnızca az sayıda bir kısım insanı niteleyen bir sıfat görünümündedir ve adeta marjinaldedir. Oysa çocukluk örneklemlerinden görüyoruz ki, aslolan halimiz, kendi doğal oluşundaki belirimimiz, yani doğuştan getirdiğimiz esas eğilimimiz, hayvanları sevmek yönünde tebarüz etmektedir. Dolayısıyla hayvansever olmamak, bir başka deyişle ‘hayvansevmezlik’, ancak bir bozulma, bir öz yozlaşması olarak nitelendirilebilir.

Çocukluktan yetişkinliğe doğru değişen her şey için bozulma nitelemesinde bulunamasak da; eğer ki değişen iyi ve pozitif bir özellikse, bunu bozulma olarak nitelemek isabetsiz yahut abartılı olmayacaktır.

Peki bu bozulmanın sebebi neler olabilir?

Toplumumuzda çoğu ebeveyn, anne-babası tarafından hayvanlardan uzak durması gerektiği öğretilmiş bir yetiştindir; bu sebeple çocuğuna da bu kendi ‘yetişkinlik takıntısı’nı edindirir ve silsile böylece nesiller boyu taşınmış olur. Çocuklar bir kedi sevmek istediğinde pis oluşu gerekçesiyle uzaklaştırılıp engellenirler yahut yaramazlık yaptıklarında ceza olarak "köpeklerin önüne atmak"la korkutulurlar. Dolayısıyla hayvan sevmek, kısa zaman içinde çocukların zihninde mesafe konması gereken bir anomali haline getirilir. Bu anne-baba öğretileri, kent hayatının meydana getirdiği, doğaya ve beraberinde de tüm içerimlerine yabancılaşmaktan ve de hep kendi türünü göre göre yaşadığı için, kendinden gayrı her türe tahammülsüzleşerek türcü bir varlık haline gelmiş olmaktan kaynaklanmaktadır. Yani hayvansevmezlik, türcülük içermesi yönüyle bir çeşit milliyetçilik, bir çeşit faşizm ve ırk düşmanlığı da sayılabilir. Nitekim bu faşizmin farklı formlarını 'hayvansever' cephede de görebilirsiniz: Kendini hayvansever olarak addeden pek çok insan, bir hayvana sahip çıkmak ve sevgisini vermek için illa cins ve safkan olmasını tercih eder; sıradan bir tekir ırkıyla yetinemez. Mesela buna da Pozitif Faşizm diyebiliriz.

Bana göre bu algı ve bu yanlış eğitim, anne-babalarımızın çocuğuna öğretegeldiği belki de en kötü şeydir. Zira öyle ki bu edinim, ebeveynlerin çocuğu üzerinde bıraktığı birtakım travmalardan bile daha zararlıdır. Zira aile travmalarımızdan edineceğimiz dersler çoktur ancak hayvan sevmeyen bir ruhtan edineceğimiz hiçbir pozitif yarar olmadığı gibi (en fazla, belki negatif yarar verir ve acıyla öğretir bize bir şeyleri), buna bağlı olarak ortaya koyduğu insani zararlar sandığımızdan çok daha fazladır. En hafif ifadesiyle, hayvanlarla ilişkisinden edinmesi gereken merhamet ve sevme edimini edinmemiş bir insanın, insanlarla ilişkilerinden de bir incelik, bir empatiklik, belli bir adalet ve vicdan seviyesi beklemek de beyhudedir; çünkü hayvan, insan için bir tekâmül vesilesidir ve insan, insanlarla iyi ilişkilerini, aslında hayvanlarla iyi ilişkilerine borçludur. Bunun tam aksini düşünerek de sağlamasını yapabiliriz: Çok bilinen bir veridir ki, gelmiş geçmiş tüm seri katiller, güç uygulama ve katletme zevkini ilkin hayvanlar üzerinde deneyerek edinmişlerdir. Yani hayvanlar bizim için her zaman bir eşiktir; iyiliğe de kötülüğe de.

Yanlış bilinenin aksine insan, ahlaki ve vicdani seviyesini, kendi türleriyle ilişkisinde ortaya koyamaz ve tam manasıyla gerçekleştiremez. Yani biz bir insanın iyi olduğuna, insanlarla ilişkisine bakarak karar veremeyiz. Bu yanıltıcı bir ölçüttür. Zira hukukun ve normların varlığı, bizi, insanlara özgürce tasarruf etmekte sınırlar ve kanunlardan korkumuz, suç işlememizi bir oranda engeller; ancak hayvanlarla ilişkimizde durum çok daha esnek ve özgürdür. Bu sebeple, bir insanın iyilik düzeyi, gücünün en iyi yetebildiği varlıkla ilişkisinde ve de kötülük ettiğinde hiçbir cezai bedel ödemesi gerekmediğinde açığa çıkar. Bu yüzden kabul etsek te etmesek te, biz 'insan'lığımızı hayvanlara doğrulatmak zorundayız ve hayvanların üzerimizdeki bu manevi misyonu, etinden-sütünden çok daha kıymetlidir.

İlkel bir kabilede yaşadığınızı ve resmi hukukun var olmadığını düşünün. Yine de bir insana zarar vermek istediğinizde yahut hiç değilse mağdur etmek istediğinizde korkacağınız başka birimler vardır; o kişinin bağlı bulunduğu kabilesi, ailesi veyahut arkadaşı... Ancak ahırda inek besiciliği yaparken yahut evinizde bir kediyle yaşarken ya da bir ormanda yaşamakta olan sahipsiz bir hayvan türüyle karşılaştığınızda, size bu dünyada o hayvanla ilişkinizle ilgili hesap soracak tek bir birim yoktur. Onunla tüm iletişiminiz tamamen sizin insiyatifinizdedir ve bu durum sizin gerçek varoluşunuzu, gerçek ahlak ve vicdan seviyenizi açığa çıkartır. O'na muameleniz, gerçek kendinizdir. O, tüm güçsüzlüğü ve muhtaçlığı içinde size ayna tutar. İşte bu yüzden hayvanlar insanlar için en büyük imtihan unsurlarından biri olagelmiştir ve işte yine tam da bu yüzden, dünya var oldu olalı insan insana akıl almaz zulümler yapmış olmasına rağmen, bunlar, hayvanlara yaptığının onda biri bile olmamıştır. (Benim şahsi inancımdır ki, ilerde cehennemde en çok cezalandırılacak olan günahkârlar, Allah’ın saydığı ilksel günahlardan sonra, hayvanlara zulmedenler veyahut ta yardım edebilecekken yardım etmeyenler olacaklardır. Hatta belki bu mevzular, bildiğimiz anlamdaki ‘insan kulu hakkı’ndan da önce gelebilesidir zira konu eğer kulların hakkı ise, evrende en mağdur edilmiş kullar hayvanlardır.) Hayvanların insanoğlundan çekegeldiği zulümler apayrı bir yazı konusudur ve giyimden gıdaya, oradan kozmetiğe değin gelmiş geçmiş tüm ticaret sektörlerine temas etmeyi gerektiren, dibi gelmeyesice bir kuyudur. Bu yazıda bu sektörlerin tek biri bile hakkıyla incelenesi değildir.

Tüm bu mülahazalardan hareketle ben "hayvansever" deyişinin çok sorunlu bir ifade olduğunu düşünüyorum; çünkü bu, zaten her insanda olması gereken ideal bir oluş halidir, ekstra bir özellik değildir. İnsan doğası, dışardan müdahale görmediği sürece zaten ‘hayvanı sever.’ Öteyandan bu ifade, geriye kalan tüm diğer insanlara 'hayvansevmez' demiş olmakla aslında örtük bir hakaret iması da taşımaktadır. Öyle ya, hayvansever olmayan, 'hayvansevmez' olmalıdır. Acı olansa, kimseyi bu örtük hakaretin rahatsız etmemesidir; çünkü toplumumuzda hayvan sevmemek, çok normal bir seçenek gibi görülmektedir ve bir anomali olduğu gerçekliği fark edilememektedir. Oysa hayvanlardan korkanların bile hayvanları sevmeme gibi bir lüksleri olmamalıdır. Zira hayvan sevmemek, hem o ilk yaratıldığımız çocukluğumuzdaki halden bir uzaklaşma olduğu için bir ruh bozulmasıdır ve onlardan edineceğimiz tüm insani kazanımları bir reddir; hem de, bizim için ölen-öldürülen bu canlılara yapmış olacağımız bir çeşit nankörlüktür. Zira istifade ettiğimiz tüm sanayi ürünlerinin hayvanların varlığı sayesinde ortaya konabilmesi bir kenara, bir bütün olarak dünya ekosisteminin çökmemesi, hayvanların başarıyla işlettiği besin zinciri sayesindedir. Dolayısıyla hayatımızı ve refahımızı, aslında insanlardan çok hayvanların varlığına borçluyuz. Sözgelimi arılar, bir Graham Bell’den önemlidir. (Takdir edersiniz ki ampul olmadan da yaşardık ama arılar olmadan tüm insanlık yok olurdu.)

Elbette ki kimseden hayvan aşığı olmasını bekleyemeyiz; çünkü bu bir kalp kalibresidir, sevme seviyesi meselesidir ve uzun yıllarla kat edilen bir duygu aşamasıdır, yani ki insani bir tekâmül mertebesidir; ancak herkesten hayvansever olmasını beklemeliyiz çünkü bu, başta insanın kendi ruhuna ve sonra da doğadaki işleyiş sistemine olan manevi bir borcudur. Üstelik çok da asgari bir borç... 

Sonuç olarak her sevgi gibi hayvanseverlik de belli emekler ister. Hayvanlardan belli sebepler ile korkanların bile, onlara ekolojik borcunu ve sevgisini ortaya koyması imkansız değildir: Evimizin önüne koyacağımız su kaplarıyla ve gücümüzden yettiğince de vereceğimiz mamalarla bu borcu eda etmek durumundayız. Malum ki bundan 10-15 bin yıl evvel köpek ve kedileri kendi çıkarlarımız için evcilleştiren ve şimdi de kendilerine yetebilerek avlanacakları bir doğa bırakmaksızın bize muhtaç halde kaderlerine bırakan yine bizleriz…

İnsanlığımızı, hayvanlara en kâmil seviyelerde doğrulatabilmek temennisiyle…


 

Sacide Eftalya Fettahoğlu

20 Temmuz 2020


Yorumlar

  1. "İlle de uyan ey vicdan, ey akıl , ey insanlık diye bağırmak mı gerekmektedir!"(Sezai Karakoç)

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel notlar aldım. Söylemlerin yanlışlığını anladım. Çok farklı bır kapı açtım kalbimde. Yarın sabah uyanır uyanmaz ilk yapacağım , kızıma bu yazıyı okumak olacak. Bir zaman önce , kendisini, hayvan koruyucusu ilan ettik�� ben de baş yardımcısıyım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendini Gerçekleştirmek Üzerine

Varlık ve Sınırları Üzerine